5 Mayıs 2014 Pazartesi

Anne, Ben Dadaist Oldum!

Bundan yıllar, yılar önce; edebiyatımıza büyük hizmetleri dokunan Fuzuli, Türkçe Divanının önsözünde üç şeyden şikayet eder:
  1. Kendi bahtından -ki divan şairlerinin genel şikayetidir bu- şikayetçidir.
  2. Okuma yazma bilmeyen cahil müstensihlerden* şikayetçidir.
  3. Kendini şair sananlardan şikayetçidir.
Ben bu yazımda, Fuzuli'nin şikayetçi olduğu üçüncü maddeden bahsetmek istiyorum. Yedi Meşale'nin ortaya çıkışıyla söze başlayayım. Bilindiği üzere Yedi Meşale hareketi, Milli Edebiyat akımının ardından ortaya çıkmıştır. Her akım gibi onlar da kendinden önceki akımlara başkaldırı mahiyeti taşır. Milli Edebiyat öylesine vuku' bulmuştur ki halk şiir sevdasına düşmüş, tabiri caizse eline kalem alan şiir yazmaya başlamıştır. Bu olaya "beylik edebiyat" da denir.

Yedi Meşaleciler; beylik edebiyat için, çıkardıkları Yedi Meşale adlı derginin -ki adlarını da buradan alırlar- ilk sayısının önsözünde "Ayşe, Fatma terennümü" diye bahsederler. Yakın çevremde de bu ve Fuzuli'nin şikayetlerinin üçüncü maddesindeki durumu aratmayacak bir durum söz konusudur. 

Yıllardır yetenek sayılan, üst düzey görülen edebiyat bazı kişilerce bugün ayaklar altındadır. Divan edebiyatında sıkça rastladığımız söz sanatları ve söz oyunları mevzu bahs olunan kişilerce değerini kaybetmektedir. Kelimelerin bir ya da birkaç harfini değiştirerek sanat icra ettiğini düşünen bu kişi/kişilerin en kısa sürede durumlarının farkına varmasını tanrıdan diliyorum.

Yakın çevrelerinin de etkisi olduğunu varsaydığım bu kişi/kişiler, hatalarını bilmedikleri gibi kendilerini de şair sanmaktadır. Yolun başında oldukları bile meçhul olan bu kişi/kişilerin, tevazu göstermeden yaptıkları bu hareket akıl alır gibi değildir. Sözünü ettiğim kişilerden birini çok yakından tanımaktayım. Daha imla kurallarını bilmeyen bu kişinin böyle bir işe soyunması, ironi eksikliği çekmeyen güzel ülkemize bir ironi daha katıyor.

Romanlarda ya da şiirlerde yer alan, çok bilinen sözleri alıp değiştirerek -ekleme veya adaptasyon yoluyla- şair/yazar olunamayacağını bilmeyen, oldukları gibi görünmek yerine olmak istedikleri kişiyi göstermeye çalışan, ömrü hayatında okuduğu kitap sayısı bir elin parmağını geçmeyen, kitap okumak moda oldu diye kitap okuyan, bu cahil insanlar, bence, dilimizdeki en ağır hakaretleri hak etmektedirler.

İslam öğretisinde, kıyamet koptuktan sonra, her insanın hayattayken yaptığı davranışlardan ötürü sorguya çekileceği yer alır. Ve şundan eminim ki, yukarıda yerdiğim bu insanlar, yaptıklarından sorguya çekildikten sonra büyük edebiyatçılar tarafından da sorguya çekilecektir. Bunca yıllık birikimi mahvetmişlerdir çünkü. Ve bunların önüne geçilmez de eskaza bunlar kendilerine yayılma alanı bulurlarsa benim gibi birçok insan edebiyattan soğuyacaktır. Daha şimdiden, bunlar yüzünden dadaizmi mantıklı bulmaya başladım. En kısa zamanda köklerinin kuruması dileğiyle...

* - Müstensih: Matbaa'dan önce, yazma eserleri el ile çoğaltma işini yapan insan

4 Mayıs 2014 Pazar

Aylak Adam Üzerine

Bu kitabı, daha önce bir çok kere tavsiye edilmesine rağmen, nisan ayında okuma fırsatım oldu. İnsanoğlu güzel şeyleri hep geç farkedermiş. Benimki de öyle oldu.

"Ölmeden önce okunması gereken 100 kitap" listesinde de görünce artık okumalıyım dedim ve başladım. İlk başları -ilk 50 sayfası- beni çok sıktı. Acaba yarım bırakıp başka bir kitap mı okusam diye düşünmedim değil. İlk defa fikrimin harekete geçmeyip, sadece fikirde kaldığıma memnun oluşum bu kitap sayesindedir. Kitabın mevzu bahis ilk sayfalarının beni sıkmasının -kendimce- nedenlerinden biri: Anlatımdaki geliş gidişler ve kitabın kahramanı C.'nin hayatına yabancı oluşumdur. Sabrımın selameti olarak mevzu bahis sayfalardan sonra kitap gayet akıcı ve merak uyandıran bir hale geldi.

Atılgan, kitaplarında genel tem olarak yabancılaşmayı, toplumdan soyutlanmayı işlemiş. Bu eserinde de bunu görüyoruz. Öyle ki kitabın baş kahramanının adını kesin olarak bilmiyoruz. Ondan, kitapta sadece "C." diye söz ediliyor. C, yaşadığı toplumla kaynaşamamış, sıradanlaşmak istemeyen bir insan. Bu yüzden de en çok alışkanlıktan nefret ediyor. Kitabın bir kaç yerinde "elinde kese kağıdıyla eve bir şeyler götürmek" eleştiriliyor. Herhangi bir işte çalışmayan, tiyatroya-sinemaya giden, kitap okuyan, ressamların arasında hayatını sürdüren, babasından miras kalan malların geliriyle hayatını sürdüren bir adamdır C. Bunun için kendine işi sorulduğunda "Benim işim yok. Aylak'ım ben" diye cevap verir.

C'nin hayata başkaldırısının altında babasından duyduğu nefret vardır. Babasına benzememek için elinden geleni yapar. Ama yine de kendi davranışlarını, babasının davranışlarıyla karşılaştırır. Ona benzemekten çok korkar çünkü. C'nin tek alışkanlığı kulağını kaşımaktır. Küçükken kulağının yırtılması yüzünden bu alışkanlığı edinmiştir. Bu, onun için öylesine büyük bir alışkanlıktır ki kitabın bir yerinde "Onun yanında kulağımı bile kaşımamıştım" diyecektir.

C'nin hayattaki en büyük amacı "gerçek sevgi"yi bulmaktır. Babası tarafından çok sevilmediği anlaşılan, annesinin ölümü üzerine gerçek sevgiyi, karşılıksız sevgiyi teyzesinden gören C, her kadında teyzesinin özelliklerini arar. Öyle ki, bir hayat kadınını sırf teyzesine benziyor diye evine getirmiş, ona teyzesinin taklidini yaptırtmıştır.

C, konuşmaktan ve konuşanlardan nefret eder. "İnsanlar neden susmayı bilmiyor?" diyor. Sırf bu yüzden gittiği yerlerde garsonlara, komilere susmaları için, kendini rahat bırakmaları için fazladan bahşiş verir. Onun için kadın da farklı kategorilere ayrılır. Örneğin Güler için şunları söylemiştir: "Acaba Güler, erkeklere kalem açtıranlardan mı? Sanmam. Boyasız o, topuksuz." Bu cümleler C'nin güzellik anlayışını da yansıtıyor bize.

Yukarıda C'nin alışkanlıkla ilgili düşüncelerinden bahsetmiştim. Bu konuyu kitaptan, kendi cümleleriyle açmak istiyorum: "Atılsın, yerine sulu, yılışık, gerçek bir garson gelsin de Güler'le hep bu masada buluşmasınlar istiyordu. Alışmaktan korkuyordu. Böyle giderse bu masa sevgilerinin kutsal yeri olacaktı. Bir yerleri olması kötüydü. Sonra insan kendinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı."

Romanda, yazar, para üstünde de duruyor. Paranın insan hayatındaki önemini, ve insanların para hakkındaki görüşlerini eleştiriyor. Burada, C'nin bol bahşiş bırakmasının nedenini de açıklıyor: "Hep para verip rahatlayacaksın! Ne yapayım ya? İnsanların en kolay anladıkları, onun dili değil mi?" 

Kitap acıklı bir sonla bitiyor. Hayır sevgili okur, düşündüğünüz gibi değil. Kimse ölmüyor. Bu ayrıntıyı verdiğim için affınıza sığınıyorum. Eğer vermeseydim; yazımı okuyanlardan bazılarını, romanı "Yeşilçam Filmi" gibi düşündürüp, kitap hakkındaki umutlarını kırmış olurdum. Edebiyatımızda; böyle eserlerin, böyle yazarların olduğunu düşünmenin verdiği kıvançla yazımı noktalıyor, eğer okumadıysanız en kısa zamanda okumanızı, siz sevgili okurumdan niyaz ediyorum.