4 Mayıs 2014 Pazar

Aylak Adam Üzerine

Bu kitabı, daha önce bir çok kere tavsiye edilmesine rağmen, nisan ayında okuma fırsatım oldu. İnsanoğlu güzel şeyleri hep geç farkedermiş. Benimki de öyle oldu.

"Ölmeden önce okunması gereken 100 kitap" listesinde de görünce artık okumalıyım dedim ve başladım. İlk başları -ilk 50 sayfası- beni çok sıktı. Acaba yarım bırakıp başka bir kitap mı okusam diye düşünmedim değil. İlk defa fikrimin harekete geçmeyip, sadece fikirde kaldığıma memnun oluşum bu kitap sayesindedir. Kitabın mevzu bahis ilk sayfalarının beni sıkmasının -kendimce- nedenlerinden biri: Anlatımdaki geliş gidişler ve kitabın kahramanı C.'nin hayatına yabancı oluşumdur. Sabrımın selameti olarak mevzu bahis sayfalardan sonra kitap gayet akıcı ve merak uyandıran bir hale geldi.

Atılgan, kitaplarında genel tem olarak yabancılaşmayı, toplumdan soyutlanmayı işlemiş. Bu eserinde de bunu görüyoruz. Öyle ki kitabın baş kahramanının adını kesin olarak bilmiyoruz. Ondan, kitapta sadece "C." diye söz ediliyor. C, yaşadığı toplumla kaynaşamamış, sıradanlaşmak istemeyen bir insan. Bu yüzden de en çok alışkanlıktan nefret ediyor. Kitabın bir kaç yerinde "elinde kese kağıdıyla eve bir şeyler götürmek" eleştiriliyor. Herhangi bir işte çalışmayan, tiyatroya-sinemaya giden, kitap okuyan, ressamların arasında hayatını sürdüren, babasından miras kalan malların geliriyle hayatını sürdüren bir adamdır C. Bunun için kendine işi sorulduğunda "Benim işim yok. Aylak'ım ben" diye cevap verir.

C'nin hayata başkaldırısının altında babasından duyduğu nefret vardır. Babasına benzememek için elinden geleni yapar. Ama yine de kendi davranışlarını, babasının davranışlarıyla karşılaştırır. Ona benzemekten çok korkar çünkü. C'nin tek alışkanlığı kulağını kaşımaktır. Küçükken kulağının yırtılması yüzünden bu alışkanlığı edinmiştir. Bu, onun için öylesine büyük bir alışkanlıktır ki kitabın bir yerinde "Onun yanında kulağımı bile kaşımamıştım" diyecektir.

C'nin hayattaki en büyük amacı "gerçek sevgi"yi bulmaktır. Babası tarafından çok sevilmediği anlaşılan, annesinin ölümü üzerine gerçek sevgiyi, karşılıksız sevgiyi teyzesinden gören C, her kadında teyzesinin özelliklerini arar. Öyle ki, bir hayat kadınını sırf teyzesine benziyor diye evine getirmiş, ona teyzesinin taklidini yaptırtmıştır.

C, konuşmaktan ve konuşanlardan nefret eder. "İnsanlar neden susmayı bilmiyor?" diyor. Sırf bu yüzden gittiği yerlerde garsonlara, komilere susmaları için, kendini rahat bırakmaları için fazladan bahşiş verir. Onun için kadın da farklı kategorilere ayrılır. Örneğin Güler için şunları söylemiştir: "Acaba Güler, erkeklere kalem açtıranlardan mı? Sanmam. Boyasız o, topuksuz." Bu cümleler C'nin güzellik anlayışını da yansıtıyor bize.

Yukarıda C'nin alışkanlıkla ilgili düşüncelerinden bahsetmiştim. Bu konuyu kitaptan, kendi cümleleriyle açmak istiyorum: "Atılsın, yerine sulu, yılışık, gerçek bir garson gelsin de Güler'le hep bu masada buluşmasınlar istiyordu. Alışmaktan korkuyordu. Böyle giderse bu masa sevgilerinin kutsal yeri olacaktı. Bir yerleri olması kötüydü. Sonra insan kendinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı."

Romanda, yazar, para üstünde de duruyor. Paranın insan hayatındaki önemini, ve insanların para hakkındaki görüşlerini eleştiriyor. Burada, C'nin bol bahşiş bırakmasının nedenini de açıklıyor: "Hep para verip rahatlayacaksın! Ne yapayım ya? İnsanların en kolay anladıkları, onun dili değil mi?" 

Kitap acıklı bir sonla bitiyor. Hayır sevgili okur, düşündüğünüz gibi değil. Kimse ölmüyor. Bu ayrıntıyı verdiğim için affınıza sığınıyorum. Eğer vermeseydim; yazımı okuyanlardan bazılarını, romanı "Yeşilçam Filmi" gibi düşündürüp, kitap hakkındaki umutlarını kırmış olurdum. Edebiyatımızda; böyle eserlerin, böyle yazarların olduğunu düşünmenin verdiği kıvançla yazımı noktalıyor, eğer okumadıysanız en kısa zamanda okumanızı, siz sevgili okurumdan niyaz ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Blog'umun gizli bir günlük olmadığını bana ispatlamak için lütfen yorum yapın :)