18 Mart 2014 Salı

Der medh-i Murat Menteş

Bu sefer çok farklı bir giriş yaptım, farkındayım. Sebebi ise yüzyıllık bir gelenek. Divan Edebiyatı'nın yazılı eserlerinden olan -adını da buradan almıştır- divanların başlıkları Farsça yazılırmış. Ben de bu yüzden yazımın başlığını Farsça attım. Yani demek istiyorum ki: "Murat Menteş'e Övgü"

Kitap okumayı severim ama maymun iştahlıyım. Senenin belli dönemlerinde farklı türlere yönelirim. Ama bu dönemlerde hummaya kapılmış gibi olurum. Mesela bundan bir kaç ay önce kitap okumaya sarmıştım. O ara üç dört kitabı çok hızlı okudum. Şimdi de filme sardım. Uzun bir süre de filmle devam ederim büyük ihtimalle. Tabi bu dönemlerde diğer türlerle münasebetim yok denecek kadar az olur. Böyle bir adamın takip ettiği yazarlar da değişkenlik gösterir tabi. Ama Murat Menteş'i bırakacağımı sanmıyorum.

Adını ilk defa bir arkadaşımın elindeki kitapta gördüm. Aynı zamanda da yazarın ilk kitabı: "Dublörün Dilemması". Tavsiye edildi ama uzun süre sonra dikkate aldım bu tavsiyeyi. Kitabı okuyup bitirdiğim gün, hemen diğer kitabını (Korkma Ben Varım) aldım. Yazarı bu kadar çok sevmemdeki etkenleri düşündüğümde, naçizane bir edebiyatçı gözüyle bir kaç faktör buldum. Onlar ne mi? Hemen söyleyeyim:

Yazarın karakter yaratımlarının adeta hastasıyım. Yazarın üç kitabının da kahramanları, karakterleriyle özdeş isimlere sahip. Dublörün Dilemması'nda Nuh Tufan, Nuh Tufanı'nı telmih etmekte ve karakterin hayatı Nuh Tufanı'yla aynı sayılabilecek derecede. Kişisel sorunları ve bu sorunların kahramanımızda bıraktığı etkiyi tarihteki bir olayla anca bu kadar açıklanabilirdi. Üçüncü romanının baş kahramanı Ruhi Mücerret de şayet öyle. Mücerret, Arapça bir kelime olup, -doğrusu mücerred'dir- soyutlamak, soyutlanmak, soyutlamış gibi anlamlara karşılık gelir. Zaten kahramanımız da ölmek isteyip de ölemeyen, ecelin bir türlü kendini bulmamasından yakınan bir Kurtuluş Savaşı Gazisi'dir.

Bir başka neden ise yazarın olayı kurgulaması. Bütün romanlarında olaylar hepimizin bildiği edebi akımların dışında gelişir. Onun romanları ne realisttir, ne sürrealisttir. Onun romanlarına koyabileceğimiz tek bir ad vardır -bence-, o da "büyülü gerçeklik"tir. Olaylar ne gerçeküstüdür, ne de hayatın bizzat kendisidir. Bu iki olgu onun kelimeleriyle iç içe girmiş bir şekildedir. Romanlarındaki olaylara ne gerçek diyebiliriz ne de olağanüstü diyebiliriz.

Üçüncü nedenimi de bir alıntıyla anlatmak istiyorum; Kelimelerin kullanılışı:
"Romancı Hakan Günday'ı andıran bir genç ile Yıldız Tilbe'ye benzeyen biri mağazaya benzer bir restoranta girerler. İçeride kimsecikler yoktur. Garip bir biçimde Yıldız Tilbe, Hakan Günday'a cilve yapar. Evet, eski Çin'de kızlar teklif ediyormuş. Hint Prensesi ile Elvis Presley'in gardrobundan giyinmiş Harun Tekin ortama sızar. Hakan Günday ile Yıldız Tilbe, Harun Tekin'i restoranın sahibi zannederler. Oysa azılı ifritlerden biridir. Nitekim bir yaba kullanarak Hakan Günday ile Yıldız Tilbe'ye hücum eder..."
Yukarıdaki alıntı, yazarın Ot Dergisi'ndeki bir yazısından. Ayrıca kitaplarından birinde gramer açısından Türkçe'nin ekleşmesine aykırı olan ama yazarın tarzına mükemmel derecede yakışan bir yapı gördüm. Tam olarak hatırlayamadım ama sonu şöyleydi: "... olsundu, o da öyle bir insandı." Dikkatinizi çekmek istediğim kelime "olsundu" yapısı.

Ve son olarak bende en çok hayret uyandıran kısmı açıklayacağım: Dublörün Dilemması'nı okurken bir sahne anlatıyordu yazar. O sahnede karakterin sigara içişini betimliyordu. Sonra da "Ve biricik okur, şu anda sizin de sigaraya uzandığınız gibi bir his var içimde" dedi ve ben tam o arada sigaramı yakmak için çakmağa uzanmıştım. Beni en çok etkileyen şey buydu. Hala daha bu olayı açıklayamam.

Bir gün, olur da onunla tanışma fırsatı bulursam; önce elimdeki bütün kitaplarını imzalatmak, daha sonra da oturup karşılıklı sohbet etmek isterim. Bu kitapların yaratılış sürecini, bunların altında yatan düşünceleri uzun uzadıya konuşmak isterim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Blog'umun gizli bir günlük olmadığını bana ispatlamak için lütfen yorum yapın :)